30.11.2009

ne yiyorsak oyuz*

          High Palains'te bir yerlerde bir mezbahadayım. Burası ülkenin en büyük mezbahalarından biri. Her gün yaklaşık beş bin baş sığır tek sıra halinde buraya giriyor ve şekil değiştirmiş olarak buradan çıkıyor.
          Yukarıdan geçen asma bir yük arabasından sarkan sığır parçaları bir grup adama doğru ilerliyor. Adamların bir elinde büyük bir bıçak, öbür elinde çelik bir kanca var. Kancalarla eti yakalayıp bıçaklarıyla girişiyorlar. Garip sesler çıkararak var güçleriyle ete darbeler indirmeye başladıklarında ortamın havası aniden değişiyor, bir ilkellik hissi hakim oluyor. Makineler artık birşey ifade etmiyor; gözlerimin önünde olanların binlerce yıldır olagelmiş şeylerden farkı yok: etler, kancalar, bıçaklar ve daha fazla et kesmek için çabalayan adamlar.
         Bir işçi elindeki elektrikli testereyle sanki kereste kesermiş gibi bir sığırı ikiye bölüyor, sonra bu yarım sığırlar yanımdan kayarak soğutucuya giriyor.
         Bir adamın elini sığırların içine soktuğunu, çıplak elleriyle onların böbreklerini çıkardığını, sonra bu böbrekleri metal bir oluğa attığını görüyorum; her yeni hayvanda, sürekli aynı şeyi tekrarlıyor. Bir paslanmaz çelik rafın üstü dille dolu. Whizzard' lar kesilmiş kafalardan et sıyırıyor, onları neredeyse Georgia O' Keeffe ' nin tablolarındaki beyaz kafataslarına benzer hale getiriyor. Bilek seviyesinde olan ve altımızdaki devasa tekneye akan kanın içinde yürüyoruz. Hattın başına yaklaşırken canlı hayvanlara verilen şokun sesini duymaya başlıyorum. Düzenli bir pop, pop, pop sesi.
        "Bıçakçı" adı verilen bir işçi, sekiz buçuk saat boyunca bir kan ırmağının ortasında dikiliyor. Her tarafı kandan sırılsıklam olmuş halde yaklaşık on saniyede bir bir dananın şah damarını kesmekten başka hiçbirşey yapmıyor.
         Bir adam dönüyor ve bana gülümsüyor. Güvenlik gözlüğü ve kask takıyor. Yüzünün her tarafını beyin parçacıkları ve kan kaplamış. Ona "devirici" diyorlar, sığırları binada ilk olarak o karşılıyor. Sığırlar dar bir kanalın içinde yürüyor ve kapalı giriş kapısı tarafından bloke edilerek onun önünde duruyorlar, devirici bir sersemleticiyle kafalarına ateş ediyor. Sersemletici dediğim uzun bir hortumla tavana bağlanmış bir hava tabancası. Sığırları bayıltan çelik bir ok fırlatıyor. Hayvanlar biraz sonra başlarına ne gelceğinden habersiz yukarı doğru yürümeye devam ediyorlar;  devirici onların tepesinden dikiliyor ve ateş ediyor. Sekiz buçuk saat boyunca hayvanlara ateş etmekten başka birşey yapmıyor. Benim orada olduğum süre içerisinde birkaç defa ıskaladı ve aynı hayvana iki kere ateş etti. Bir dana düşer düşmez bir işçi arka ayaklarından birini yakalıyor, bir zincire bağlıyor ve zincir devasa hayvanı havaya kaldırıyor.
        Birkaç dakikalığına deviricinin hayvanları devirmesini seyrediyorum. Güçlü ve  heybetli hayvanlar bir saniyede gidiveriyorlar, bir raydan aşağı sarkıtılmış, kesilmeye hazır hale geliyorlar. Bir dana zincirinden kayıyor, yere düşüyor ve kafasını taşıyıcı bandın bir ucuna kaptırıyor, üretim hattı duruyor. İşçiler sersemlemiş ama canlı danayı makinadan kurtarmak için uğraşıyorlar. Artık göreceğimi gördüm.

* metis ajanda 2009 hayvanlar ve insanlar
   "Eric Schlosser Hamburger Cumhuriyeti: Amerikan Fastfood Kültürünün Karanlık Yüzü"

16.11.2009

jackson pollock bir şair



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


öz bellek yolcularının dikkatine !!!


...

Karanlığımın ay’ı
Karanlık ay’ım
Herkes gün’e doğar
Ben geceye yatarım
Tam buluşma anında güneş tanrısıyla Selene.
Ben onların birleşmelerinden doğan çocuğum.

Patikalara ilk ışıklar süzülüyor sık ağaçlar arasından
Mutfaklı,yatak odalı, misafir odalı patikalar.
Kapılı, pencereli,sıkı sıkı çekilmiş perdeli patikalar.
Üst üste, alt alta, dipdibe patikalar.
Yılan sinsiliği, akrep zehiri
Kedi huzursuzluğu ve köpek itaati
Bu patikaların içinde…

Karanlığımın ay’ı
Karanlık ay’ım
Herkes geceye yatar
Ben güne doğarım.


25.o1.2oo8
Narbel

soğuk yeşil deri koltuk

Kim bilir ki
Kimin eksilip kimin çoğaldığını
Bir karanlığın içinde soğuk , sahte deri bir koltukta
Vücuduna hançerler sokarak kendi kanını akıttığını
Ve yine de yine de ölmediğini
Ayağa da kalkamadığını
Kim bilebilir

karanlık gün



İçinde kocaman boşluklar olan adamların
boşluklarını doldurdum
evrenin pırıltılı sonsuz ışığını
kendim yansıttım boş kalplerine de
hiçbir karşılık alamadım aşağılanmaktan başka.
Başarılıyım sihirli ışığımı
en derin karanlığım yapmakta.
Güzel yüzlerin arkasındaki ölüm boşluğunu görmedim
kör etti çünkü beni kendi yaldızlı ışığım
Bir ışıkla doğdum
ve o ışıkla ölmekteyim.

24.01.2008
Narbel-İzmir