24.12.2009

gelip geçici



 

 

 

 

 

 


üç








 

derin umut

içimde bir şiir var
beni paramparça edecek çıkarken dışarı
yağmurlar yağıyor gözlerimden
bereket...
toplayın tohumları, atın saçıma
yeşerecek bu sene başımda meyve ağaçları.


bir kediyle koltuk kavgası yapmakla geçen günlerim
öylesine verimli ki
büyütüyorum içimde yaşamın gerçek şiirini


ballı limonlu karabiberli ıhlamur
sonra sıcak bir uyku
yalnız değilim 
benim içimde bir dünya ve ben de o dünyanın içindeyim.






yosun
24.12.2009
alsancak


4.12.2009

yer-gök-giz


Gökte olanı yere indirmek günahtır:
Bir sır paylaşılırsa sırrı yaşayandan başkasıyla; sırrın büyüsü kaçar.Bazı şeyler gizli kalmalı zira anlamaz ağacın kovuğundan ya da kuyudan başkası onları. Göktedir sırlar, oysa yerin dibindedir insanın kulağı.




yosun

bitter doğum

Bir adın yok senin.
Sen, kutuda kalan son şeysin.
Sesin yok, ancak yaprağa düşen bir damladır sesin.
Dokunuşun yok, ellerin tüy senin ve çok belirgin bir kokun da yok.
Neredeyse yok gibiydin...
Tadına bakmak lazım senin.
Bir ısırık almak yeter senden, çikolataya gömülmüş tatlı bir ölümle aynı anda gelen bitter bir doğum için




yosun

1457' nin dedesi





 

Bilmem gördün mü hiç 20 yaşında kedi ?
Yürüyemez hale geldi de gene vazgeçmedi.
Yüzünde tırmık izleri; gençlerin yaşlı olana ihaneti.
Dayanamadı bu haline yirmi yıldır ona bakan terzi,
Ölüm, bir şırınganın ucundan tatlı uykuyla geldi.



30.11.2009

ne yiyorsak oyuz*

          High Palains'te bir yerlerde bir mezbahadayım. Burası ülkenin en büyük mezbahalarından biri. Her gün yaklaşık beş bin baş sığır tek sıra halinde buraya giriyor ve şekil değiştirmiş olarak buradan çıkıyor.
          Yukarıdan geçen asma bir yük arabasından sarkan sığır parçaları bir grup adama doğru ilerliyor. Adamların bir elinde büyük bir bıçak, öbür elinde çelik bir kanca var. Kancalarla eti yakalayıp bıçaklarıyla girişiyorlar. Garip sesler çıkararak var güçleriyle ete darbeler indirmeye başladıklarında ortamın havası aniden değişiyor, bir ilkellik hissi hakim oluyor. Makineler artık birşey ifade etmiyor; gözlerimin önünde olanların binlerce yıldır olagelmiş şeylerden farkı yok: etler, kancalar, bıçaklar ve daha fazla et kesmek için çabalayan adamlar.
         Bir işçi elindeki elektrikli testereyle sanki kereste kesermiş gibi bir sığırı ikiye bölüyor, sonra bu yarım sığırlar yanımdan kayarak soğutucuya giriyor.
         Bir adamın elini sığırların içine soktuğunu, çıplak elleriyle onların böbreklerini çıkardığını, sonra bu böbrekleri metal bir oluğa attığını görüyorum; her yeni hayvanda, sürekli aynı şeyi tekrarlıyor. Bir paslanmaz çelik rafın üstü dille dolu. Whizzard' lar kesilmiş kafalardan et sıyırıyor, onları neredeyse Georgia O' Keeffe ' nin tablolarındaki beyaz kafataslarına benzer hale getiriyor. Bilek seviyesinde olan ve altımızdaki devasa tekneye akan kanın içinde yürüyoruz. Hattın başına yaklaşırken canlı hayvanlara verilen şokun sesini duymaya başlıyorum. Düzenli bir pop, pop, pop sesi.
        "Bıçakçı" adı verilen bir işçi, sekiz buçuk saat boyunca bir kan ırmağının ortasında dikiliyor. Her tarafı kandan sırılsıklam olmuş halde yaklaşık on saniyede bir bir dananın şah damarını kesmekten başka hiçbirşey yapmıyor.
         Bir adam dönüyor ve bana gülümsüyor. Güvenlik gözlüğü ve kask takıyor. Yüzünün her tarafını beyin parçacıkları ve kan kaplamış. Ona "devirici" diyorlar, sığırları binada ilk olarak o karşılıyor. Sığırlar dar bir kanalın içinde yürüyor ve kapalı giriş kapısı tarafından bloke edilerek onun önünde duruyorlar, devirici bir sersemleticiyle kafalarına ateş ediyor. Sersemletici dediğim uzun bir hortumla tavana bağlanmış bir hava tabancası. Sığırları bayıltan çelik bir ok fırlatıyor. Hayvanlar biraz sonra başlarına ne gelceğinden habersiz yukarı doğru yürümeye devam ediyorlar;  devirici onların tepesinden dikiliyor ve ateş ediyor. Sekiz buçuk saat boyunca hayvanlara ateş etmekten başka birşey yapmıyor. Benim orada olduğum süre içerisinde birkaç defa ıskaladı ve aynı hayvana iki kere ateş etti. Bir dana düşer düşmez bir işçi arka ayaklarından birini yakalıyor, bir zincire bağlıyor ve zincir devasa hayvanı havaya kaldırıyor.
        Birkaç dakikalığına deviricinin hayvanları devirmesini seyrediyorum. Güçlü ve  heybetli hayvanlar bir saniyede gidiveriyorlar, bir raydan aşağı sarkıtılmış, kesilmeye hazır hale geliyorlar. Bir dana zincirinden kayıyor, yere düşüyor ve kafasını taşıyıcı bandın bir ucuna kaptırıyor, üretim hattı duruyor. İşçiler sersemlemiş ama canlı danayı makinadan kurtarmak için uğraşıyorlar. Artık göreceğimi gördüm.

* metis ajanda 2009 hayvanlar ve insanlar
   "Eric Schlosser Hamburger Cumhuriyeti: Amerikan Fastfood Kültürünün Karanlık Yüzü"

16.11.2009

jackson pollock bir şair



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


öz bellek yolcularının dikkatine !!!


...

Karanlığımın ay’ı
Karanlık ay’ım
Herkes gün’e doğar
Ben geceye yatarım
Tam buluşma anında güneş tanrısıyla Selene.
Ben onların birleşmelerinden doğan çocuğum.

Patikalara ilk ışıklar süzülüyor sık ağaçlar arasından
Mutfaklı,yatak odalı, misafir odalı patikalar.
Kapılı, pencereli,sıkı sıkı çekilmiş perdeli patikalar.
Üst üste, alt alta, dipdibe patikalar.
Yılan sinsiliği, akrep zehiri
Kedi huzursuzluğu ve köpek itaati
Bu patikaların içinde…

Karanlığımın ay’ı
Karanlık ay’ım
Herkes geceye yatar
Ben güne doğarım.


25.o1.2oo8
Narbel

soğuk yeşil deri koltuk

Kim bilir ki
Kimin eksilip kimin çoğaldığını
Bir karanlığın içinde soğuk , sahte deri bir koltukta
Vücuduna hançerler sokarak kendi kanını akıttığını
Ve yine de yine de ölmediğini
Ayağa da kalkamadığını
Kim bilebilir

karanlık gün



İçinde kocaman boşluklar olan adamların
boşluklarını doldurdum
evrenin pırıltılı sonsuz ışığını
kendim yansıttım boş kalplerine de
hiçbir karşılık alamadım aşağılanmaktan başka.
Başarılıyım sihirli ışığımı
en derin karanlığım yapmakta.
Güzel yüzlerin arkasındaki ölüm boşluğunu görmedim
kör etti çünkü beni kendi yaldızlı ışığım
Bir ışıkla doğdum
ve o ışıkla ölmekteyim.

24.01.2008
Narbel-İzmir

31.10.2009

bir gülcü bir gülcüye bir gül verir





 

 


 


 


 


 


Bir gülcü bir gülcüye bir gül verir
Ağlaşıp dururken, sıkılırken dünya,
Bir anda gülüverir.

29.10.2009

annesiz kalmış çocuklar korosu

Annesiz kalmış çocuklar korosunun hıçkırıkları mı bu duyduğum ?
Yine bir çocuk kendini mi asti ?
Duyuyor m usun, bak, nasıl da uğuldaşıyorlar, Nicholas ?
Sen de onlara katılmaya gidiyorsun, bizi bırakıyorsun Nicholas.
"Sırça Fanus" un içinde, somon balıklarıyla yaşadın kucak kucağa
Senin suçun yok, Lady Lazarus koydu seni o fanusa
Ellerin titriyor mu ipi geçirirken boynuna ?

Senin suçun değil, Nicholas, kimsenin suçu değil
Bir sabah uyandın, başucunda ekmek,süt ve Frieda...
Ekmek etin oldu, süt kanın
Ne bir kadın ekledin kendine, ne de ondan olacak bir çocuk
Bu güne kadar annenin başucuna bıraktıklarıyla yaşadın
Merak ediyorum
Acaba aç mıydın ipi geçirirken boğazına ?

Senin de sıran geldi, ölüyü oynadığın oyunda
Şimdi ölmek sırası sende, Lady Lazarus'tan sonra
Annesiz kalmış çocuklar korosunun uğultuları artıyor
Tutmuş kollarından sana eşlik ediyor
Sol kolunda Sylvia; sağında Asia,
Çıkıyorsun mavi - beyaz bir sehpaya
Ne çabuk öldün Nicholas
Sen de katıldın annesiz kalmış çocuklar korosuna.

yosun
26/03/2009